Mehmet Ali Şengül Vaiz, Yazar,
  • Ölüm Tarihi 11/07/2021
  • Öldüğü Yer Almanya
  • Ölüm Sebebi Korona - Covid 19
  • Defin Tarihi 13.07.2021, Frankfurt

ÖZGEÇMİŞ

Almanya’da kaldırıldığı hastanede uzun süredir Koronavirüs tedavisi gören Mehmet Ali Şengül 11 Temmuz 2021 tarihinde gurbette 76 yaşında vefat etti. İki aşkın korona tedavisi gören ve yoğun bakım bölümünde uyutulan Şengül’e makine ile oksijen veriliyordu. Hizmet Hareketi’nin önde gelen isimlerinden biri olan Şengül, Türkiye’deki Erdoğan Rejimi tarafından kırmızı bültenle aranan isimler arasında yer alıyordu. Hayatını Kuran ve İman hizmetine adayan Şengül’ün vefatı derin üzüntüyle karşılandı. Evli ve 5 çocuk babası olan Şengül, birçok makale ve kitap yazdı. Dünyanın birçok yerinde sohbetler verdi. İnsanları iyiliğe ve hoşgörüye davet eden ilmi ve manevi yönü güçlü örnek bir şahsiyetti.

Onu yakından tanıyanların yazdıkları kısa hayat hikayesinden ve anılarından çıkan hayatı hikayesi şöyleydi:

1945 yılında Burdur’un Yeşilova ilçesi, Elden köyünde doğan Mehmet Ali Şengül, Denizli’de hıfzını tamamladı. Kestane Pazarı Kur’an Kursu’da eğitim gördü. 1968’de Hizmet Hareketi gönüllüleri arasına ilk katılanlardan oldu. Hayatı boyunca idareci, vaiz ve nâsih olarak hizmet etti. Hizmet Hareketi’nde ‘Samsunlu hoca’ olarak bilinen Mehmet Ali Şengül’ün cenazesinin teşyii uzun yıllardır yaşadığı Almanya’da yapıldı.

HİZMET EKSENLİ BİR HAYAT TALEBİ VE DUASI

1960’larda Fethullah Gülen Hocaefendi ile tanışan Şengül, Bediüzzaman’ın elini öpmüş ve hayır duasını almış bir kişiydi.  Kestane Pazarı Kuran Kursu’nun Yurt müdürü merhum Raif Cilasun’dur, sonrası Yaşar Tunagür Hocaefendi gelir. Şengül’ün İmam Hatip Lisesini bitirmesine bir ders kalır ama bir ihbar ile askere alınır. Askere gitmeden önce ise Edirne’den Yaşar Tunagür’ü ziyarete gelen Fethullah Gülen Hocaefendi ile tanışır. Hocaefendi 25’li yaşlarda, Mehmet Ali Şengül’de 18’li yaşlardadır. Askerlik dönüşü Fethullah Gülen Hocaefendi’nin 20. Söz’de geçen “ İlmin günümüze bakan yönleri, Kur-an ve Peygamber mucizeleri” ile ilgili bir konferansına katılan M.Ali Şengül Hoca’nın içine şu duygu gelir; “Allah’ım sen beni ölünceye dek Hocaefendi’den ayırma.” Bu duasıyla birlikte hayatının geri kalanını her daim Hizmet Hareketi’ne göre şekillendirir.

1967’de Yüksek İslam Enstitüsü’nün de açıldığı yıl, Mehmet Ali Şengül, Fethullah Gülen Hocaefendi’den ders okuma talebinde bulunur, Hocaefendi’ de “Ben ilim falan bilmem, istersen beraber müzakere ederiz” diyerek müzakereli okuma ve talebeliğe kabul eder. Yüksek İslam Enstitüsü’nden 4 arkadaşını daha bulur ve dokuz ay, dokuz yıla bedel ders okurlar. Sonrası kahve sohbetleri, Altın Nesil, Darvinizm konferansları, ve Anadolu’nun değişik beldelerinde vaaz ve sohbetlere hep beraber giderler, Hocaefendi’ ye yarenlik eder Şengül Hoca. İzmir Bozyaka’da öğrencilerin eğitimini teşvik için kurulan yurdun da ilk müdürü olur. Bu arada vazifeli olduğu camiide imamlığını sürdürür.  Aynı zamanda Fethullah Gülen Hocaefendi ile sabahlara kadar ders müzakeresi yapar. 1980 ihtilal yıllarında, gaybubet yapıp, birlikte darbecilerden gizlenirler. Belli periyodlarla Hocaefendi ile buluşup, ders okur, müzakerelirini sürdürür.

12 EYLÜL DARBECİLERİNİN İŞKENCESİNE MARUZ KALDI

1983’de M.Ali Şengül’ü, merhum Mehmet Özyurt’un da içinde olduğu 32 kişiyle beraber, devleti yıkmak, dini örgüt kurmak gibi iddialarla 163. maddeden içeri alırlar. İşkenceye maruz kalırlar. M.Ali Şengül Hoca “ o yıllarda emniyette gördüğü işkenceyi, bu yapılanlar hayvana yapılmaz. Ayaklarımın altı siyah siyah döküldü, çok eziyet ettiler” diyerek anlatıyor. 1983’te ayrıca vazifeden de ihraç edilirler. Anadolu’nun her köşesinde nakış nakış emeği vardır. Milletimizin eğitimle ayağa kalkması için açılan her evde, yurtta, okulda, televizyonda, gazetede gayreti, ızdırabı, duası vardır. Hizmet dolu yılların ardından 1991’de ilk yurtdışına hicrete giden ekiplerin içinde yine M.Ali Şengül Hoca vardır. Avrupa ve Uzak Doğu’da çok önemli eğitim ve medya hizmetlerinin başlamasına vesile olur.

GENÇLİĞE SAHİP ÇIKMAK İÇİN HERŞEYİNİ VAKFETTİ

Gençliğe sahip çıkma adına yeni yeni müesseseler açılırken binbir ızdırapla, sancıyla ortaya kendini koyar. Kayınpederinden kalan evini de bir vakfa bağışlar. Mehmet Ali Şengül gerçek bir mü’min ve gerçek bir dava adamıdır; bir hizmet ve gönül insandır. Etrafındaki herkesin onu hitabıyla Mehmet Ali Şengül Hoca gerçek bir Abi’dir. Mehmet Ali Şengül Hoca ilmini hayata taşıyan bir temsil insanıdır. İçten içe yanan ama etrafına belli etmeyen bir ızdırap insandır. Bir ömrü Allah’a adamış bir Hak eri kısacası yıllardır hasretini çektiğimiz kahramandır. Garipler yazısında anlatılandır, Garipler; baharda, başını topraktan erken çıkaran çemenlere benzerler. Toprağın ortaya çıktığı her yerde, bu şafak çiçekleri, karla buzla burun buruna gelir ve yer yer soğuğu, donu aşarak geçip, bir ulu kavga başlatırlar tipiye, borana karşı.

GÜLEN: BOŞLUĞUNU DOLDURMAK KOLAY OLMAYACAK

Fethullah Gülen Hocaefendi vefat edince  arkadaşını; “Tırnak kadar inhiraflarını bilmiyorum, 50 yıldır Hizmetin içinde evril, çevrile, kavrula kavrula bir kıvam sergiledi. Hizmetin prensiplerini iyi kavramış, vefalı, güzel bir insandı” diyerek yadetti. Gülen şu ifadeleri  kullanmıştı: “Allah’ın takdir buyurduğu bir miad var, oraya gelince dökülüyor insanlar. Cenab-ı Hak rahmet ve mağfiret buyursun, livaü’l-hamd sancağı altında haşretsin, rıza ve rıdvanına nail eylesin. Onun boşluğunu doldurmak çok zor olacak. Vefat haberini alınca kalbime etki etti, kalbimin ritmi bozuldu. 5-10 gün önce rüyamda ruhunun ağzından çıktığını görmüştüm. Fakat belki ölüm dirilişe delalet eder diye ümidimi koruyor ve sürekli dua ediyordum.Demek ki Cenab-ı Hak beni yavaş yavaş onun yokluğuna alıştırmış. Hizmetin temel esprisini kavramış arkadaşlardan biriydi. 50 yıldır işin içinde evrile çevrile, kavrula kavrula ciddi bir kıvam tavrı sergiliyordu. Onlar çok güzel arkadaşlardı. Hiç vefasızlık yapmadılar. Tanıştığımızdan bugüne tırnak ucu kadar inhiraflarını hatırlamıyorum. Allah geride kalanlara sağlık sıhhat, afiyet ve hizmet neşvesi versin.”

“TEK DERDİMİZ İNSANLIĞA HİZMET”
Mehmet Ali Şengül, vefatından önce verdiği son röportajında, “İnsanlığa hizmet etmekten başka bir derdimiz yok ki…” demiş ve Hizmet Hareketi mensuplarının darbe dönemlerinde hep hedef alındığını hatırlatmıştı. Bugün de benzer hatta daha ağır günlerin yaşandığına dikkat çeken Şengül, 1980 darbesinden sonra tefsir ve hadis derslerini takip ettikleri için hapse atıldıklarını, hücrelerde tutulduklarını söylemişti. Emniyette yapılan işkencelerin askeriyeden daha ağır olduğunu, hayvana yapılmayacak zulümlerin o günlerde kendilerine ve arkadaşlarına yapıldığını kaydetmişti. Kendi anlatımıyla Şengül,  12 Eylül sonrası 9 ay kadar hapis yatar. O tarihte Sıkıyönetim’in arananlar listesinde ve afişinde Fethullah Gülen de vardır. Mehmet Ali Hoca’yı göz altına alıp yerini öğrenmek isterler.  Şengül Hoca, ağır işkence görür. Ayak tabanları falakadan yarılır. Günlerce yürüyemez. Soğuk hücreye atılır. “Herhalde burada öleceğim” diye düşündüğü çok zaman olur. Son olarak gözlerini bağlayıp binanın çatısına çıkarırlar. Aşağı atmakla tehdit ederler.  Darbeciler Fethullah Gülen’i aramaktadır. “Yerini bilmiyorum” der Mehmet Ali Şengül. Hocaefendi’nin yerini gerçekten de bilmemektedir. Gözleri kapalıdır ama hissettiği rüzgârdan boşluğun kenarında olduğunu hisseder. Şehadet getirir. Bir alt katın balkonuna doğru iterler. Düşer, oraya yığılır kalır. ‘Ölürse başımıza dert olur’ diye korkup tahliye ederler. Uzun zaman iyileşemez. Kendi ifadesiyle 1,5 yıl normal şekilde oturamaz. İşkencelerin izi yıllarca silinmez.

HİCRET…

Hayatı hep böyle çileyle örgülü olan Şengül’ün ömrünün ana ekseni hicrettir. Hizmet etmediği coğrafya yoktur. Bizim için Hicret’in bir defası bile çok kıymetli. Mehmet Ali Hoca bunu onlarca defa yapmış. Muhtereme eşi taşındıkları ev sayısını 25’ten sonra saymaktan vazgeçtiğini anlatıyor. Çalışkanlığı, ulu’l azmâne gayreti, şu son yıllarda sağlığının elverişsizliğine rağmen her nerede ‘hizmet var’ dense geri durmaması… 76 yıllık hayatının “Allah’tan dolayı olmayan” bir saatini bulmak bana göre zordur. O kadar çok insanın hayatına insibağıyla dokunmuştur ki… İmam-ı Gazzali’ye “Hüccetü’l İslam” denir. Mehmet Ali Ağabey de öyle “hüccet” bir insandı. Hizmet’in hücceti gibiydi. Hizmetle alakalı bir kuşkunuz varsa onun saffetine bakıp şüphenizi giderebilirdiniz. “Eğer bu insan bu işin içindeyse bu iş doğrudur” derdiniz, derlerdi, derdik. Tek mal varlığı kayınpederinden kalmış küçük bir evdi. Hocaefendi “Sizin gibi öndekilerin o kadarlık bile mal varlığı olmasın, kirada oturun.” deyince onu da vakfetmiş. O evi 15 Temmuz sonrası  gasp edilmiş. Fakat nasılsa emlak vergisi tahakkuku devam etmiş. Ve bu narin insan “Mademki vergi tahakkuku olmuş, ödemem lazım” demiş ve geçen yıla kadar ödemeye devam etmiş. Sonra güvendiği bir iki kişi “Hocam bu ev gasp edilmiş, niçin ödüyorsunuz, gerek yok.” deyince ikna olup vazgeçmiş ve o miktarı muavenete aktarmış.

Fevkalade ciddi bir insandı. Mütebessimdi ama sesli güldüğüne hiç rastlamadım. Lagviyat kendisinden sudur etmediği gibi bulunduğu meclise de uğrayamazdı. Kestane Pazarı’nda Hocaefendi’yi ilk dinlediğinde “Allah’ım ölünceye kadar beraber hizmet edeyim.” diye dua ediyor. İşte bu sadakatle önceki gün Hakka’a yürüdü. Kader, sadakat timsali kutsi ruhuna bir de pandemi ile “hükmi şehadet” tâcı eklendi. 1990 yılının ılık bahar esintilerinin başladığı Mart ayının yirmi beşi. Günlerden Pazar. Tarihe “Şadırvan Camii Vaazları” diye geçen “İman ve Aksiyon” konulu vaazların dördüncüsünü dinlemek için bugünü iple çeken insanlar Şadırvan Camiini tıklım tıklım doldurmuşlar. İnsanlar yan yana, diz dize. Tek boş yer caminin kubbesi gözükse de orayı da ruhanîlerin doldurduğu muhakkak. Öyle bir metafizik gerilim var ki, gözyaşı ve çığlığın olmadığı bir an yok gibi. Kürsüde asrın vaizi var. Sohbetlerinde Asr-ı Saadeti ve selef-i salihîni anlatırken sinema perdesinde seyreder gibi konuşan ya da hadiselerin bizzat içindeymiş gibi aktaran söz sultanı var. Sanki sadece dili değil, kalbi, ruhu, duyguları, eli, kolu, gözü bütün zerreleriyle hitap eden çağın dertlisi var. Ağzından çıkan her bir kelime, sürekli hedefi vuran bir ok gibi dinleyenlerin yüreğine dokunuyor, tıpkı şalteri indirince elektrikle buluşan makinelerin ahenkle çalışması gibi, hareketsiz bedenler şahlanıyor, er meydanında vuruşmak için sabırsızlanan akıncı gibi yerinde duramıyorlar. Ancak elde kılıç yok, silah yok, çünkü muhabbet fedailerinin silahları iman, ahlâk, temsil ve tebliğden başka bir şey değil. Şiirlerin taç beyti gibi bu vaazın da bamtelini oluşturan yeri hiç şüphesiz mana âleminden bir müşahedenin anlatıldığı bölüm. Hocaefendi daha anlatmaya başlarken cami lerzeye geliyor, çığlıklar artıyor, gözyaşları sel oluyor, yer yer âminler yükseliyor. Öyle candan, öyle samimî, öyle sadık, öyle fedakâr bir cemaat ki, bu tabloyu görünce dünyasını bir valize doldurup yeri yurdu bilinmez ülkelere hizmete koşanların sırrı anlaşılıyor. Hocaefendi birkaç arkadaşıyla bir hizmet binası inşa edilecek bir arsayı görmeye gider. Onlar arsayı incelerken aynı dakikalarda bir arkadaşı yakazada veya rüyada bir müşahedeye mazhar olur. Arsada üç nurânî zat vardır. Müşahedeyi gören kişi onların kim olduğunu merak eder ve birisine sorar. Sorduğu kişi Tâbiinin imamlarından Hasan-ı Basrî Hazretleri olarak kendini tanıtır. Diğerleri ise İmam-ı Âzam Ebu Hanife ve Mevlânâ Celâleddin-i Rumî’dir. Hasan-ı Basrî aynı zamanda üçünün sözcüsüdür. Müşahid sözcüye sorar: “Acaba biz nasıl bir hizmet yapıyoruz?” Şöyle cevap verir Hasan-ı Basrî Hazretleri: “Siz öyle bir hizmet ortaya koydunuz ki sahabenin hizmetinden farkı yok bunun.” Mana âlemlerinden gelen bu müjde, bu tasdik, bu takdir dinleyenleri öyle bir heyecan deryasında coşturur ki, sanki cami temellerinden sökülüp cemaatle birlikte arşa yükselecekmiş gibi lerzeye gelir. Nasıl gelmesin ki… O Hasan-ı Basrî ki, sahabeyi görmüş, sevmiş, modellemiş ve demiş ki: “Yetmiş Bedir gazisine yetiştim… Siz onları görseydiniz deli sanırdınız; onlar da sizin iyilerinizi görselerdi artık ahlâkın kalmadığına hükmeder, kötülerinizi görselerdi bunların hesap gününe bile inanmadıklarını söylerlerdi.” Böylesi sahabeyi bilen, tanıyan, mukayese eden bir imamın gayb âlemlerinin sultanları adına söylediği bu hüsn-ü şehadet cihandan daha değerli değil mi? Söz sultanı, her zaman içinde bulunmakla iftihar ettiği topluluğa ötelerden gelen müjdeden memnun ve mesrur bir şekilde müşahedeyi görenin sözlerini aktarmaya devam ediyor: “Ellerinde bir defter gördüm. Defterde isimler vardı. Bu isimlerin başında asra mühür gibi adını vuran adamın ismi vardı. Bir mühür gibi çağa ismini basmıştı. Bir düşünce çığırı açmıştı. Haklıydı. Ve haklı olarak ismi bu muhteşem defterin başına yazılmıştı. Arkadan onun nur halesinden isimler vardı. Ali’ler, Veli’ler, Hasan’lar, Abdullah’lar, Zübeyir’ler, Sungur’lar vardı. Ve arkadan sizin şu hizmet zemininizi önünüzde hazırlayan adamların isimleri vardı. Size beşaret verebilirim, tanıyıp sevdiğiniz haklarında hüsnü zan beslediğiniz o güzel isimlerin hemen hepsi vardı. Hatta soruyorlardı müşahide: ‘Samsunlu Hoca nerede, Samsunlu Hoca?’ Alnından öpeyim benim aslan hocam! Samsunlu Hoca nerede? Samsunlu Hoca kim? Yahu defterde ismi olan adamı tanımaz mısın sen? Onu size fısıldayayım. O sizin Mehmed Ali Hocanızdır.”

Camide çığlıklar, Allah Allah sesleri artıyor, metafizik gerilim had safhada. Adeta caminin sütunları, duvarları, minberi, mihrabı, kubbesi çınlıyor. Sanki camideki bu hal, çeyrek asır sonra yeryüzünü mescide, asumanı hizmet erlerinin sedalarıyla çınlayan kubbeye çevirecek yiğitlerin habercisi gibiydi. Hocaefendi müşahidin sözlerini aktarmaya, hem de aralara yorumlar, dualar katarak gözyaşıyla anlatmaya devam ediyor “Müşahedeyi gören, ‘Çok merak ettim’ diyor. ‘Acaba benim ismim de var mı?’ Defteri sonuna kadar göstermediler. Zira bazı isimler üzerine adı silindi diye çapraz işareti konulmuştu. (Burada Hocaefendi çok ağlıyor) Çapraz işaretler vardı. Allah isminizi çizmesin, isminizi çizmesin. (Cemaatte çığlıklar ve gözyaşlarıyla âminler yükseliyor.) Eğer o defterde adın çizilmesi kolay bir şey olsaydı herkes adına ve hepiniz adına kendimi ortaya atacak, hepiniz adına kendimi itlaf ediyorum diyecektim, ama çok zor. Efendimin defterinde ismimin çizilmesine ben de tahammül edemem. Edemem taşınılacak gibi şey değildir. ‘Silik isimler vardı. Çok merak ettim diyor. Acaba benim ismim silik mi?’ ‘Silikleri göstermeyiz’ dediler. ‘Göstermeyeceğiz.’ Zira Hak kapısı insanın sırtını döneceği bir kapı değildir. Adınız şakî bile yazılsa ebedlere kadar kapının tokmağına dokunacak, ‘Ey dost, her ne kadar isyan ettiysem de senden başkasına secde etmedim’ diyeceksiniz.” Bu meşhur vaaz çok uzun, iki saate yakın sürüyor. Ne yaptığımızı, nerede durduğumuzu, nasıl bir hizmete baş koyduğumuzu idrak etmek için tıpkı “Hey gidi günler” vaazı gibi tekrar tekrar izlemeye değer. İşte geçen hafta ebediyete uğurladığımız Mehmed Ali Şengül Ağabeyimiz, namı telere ulaşmış, şanı mana âlemlerinde yankılanmış, hizmeti, ihlâsı, vefası, takvası, duası, sadakati, fedakârlığı, feragati büyükler nezdinde kabul ve takdir görmüş bir adanmış ruh, bir beklentisiz gönül idi Sahabe efendilerimizin, Üstadın talebelerinin ve Hocaefendinin şakirtlerinin muhteşem kahramanlıklarını öğrendikçe hep “Allah’ım, bize de senin katında makbul bir hizmet ihsan eyle, bir işe yaramayı, bir güzellik başarmayı, bir özellik taşımayı lütfeyle” diye dua ettim. Hizmet büyüklerini model alarak bu idealin gerçekleşmesi için ömür boyu fiilî ve kavlî dua etmeye de devam edeceğiz. Belki bir gün duamız kabul olacak diye de ümitle koşturacağız.

Zaman Şengül Ağabey ve benzerlerini nümune-i imtisal kabul edip hizmete koşturacak kahraman gençleri yetiştirmek, onlara zemin hazırlamak, imkân sunmak, vesile olmak zamanıdır. Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin dediği gibi, “Başı arşa değme istidadında olanların ayaklarının altına omzumuzu koyarız.”

Dikkat edin, “Ayağını kaydırırız, önüne engeller koyarız, pasif hale getiririz” demiyor, “Omuzlarımızı koyarız” diyor. Bir sadakat imtihanı yaşıyoruz. Yola girmek önemli, ama yoldan çıkmamak da bir o kadar önemli. Bu yüzden ötelerdeki deftere adımızı yazdırmak ve sildirmemek için çırpınmak lazım. Rabbim adımızı hem yazdırmayı hem de sabitlemeyi nasip eylesin. Aynı zamanda bin bir güçlükle hizmete dâhil olan kardeşlerinin üstünü çizmekten kaçınmak, vefakâr olmak gerekir. Mehmed Ali Şengül Ağabey vefakârdı, tefanî sırrına mazhardı. Fenâ fi’l-ihvandı. Kardeşleri içinde fani olmuştu. Yani “Kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşardı.”

KAYNAKLAR:
Bir Günlük Hayat: Mehmet Ali Şengül (samanyoluhaber.com)
Namını ötelere duyuran adam: M. Ali Şengül – Tr724

Copyright © 2021 Tenkil Museum